İki Okyanus'un (Mevlana-Şems) Kavuşması
Mevlânâ dinî
ve tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra Konya’da bir taraftan tekkesinde müritlere
tasavvuf eğitimi vermekte, bir yandan medresede talebelere dinî dersler
okutmakta, bir taraftan da halka etkili vaazlar etmekteydi. Bu faaliyetleriyle birçok
kesimin takdirini kazanmış, itibar ve şöhreti gün be gün artmıştı. Tam bu
sırada Şems-i Tebrizî ile karşılaştı ve bu karşılaşma onun hayatında bir dönüm
noktası oluşturdu.
Kaydedildiğine
göre Şems-i Tebrizî mürşidi Ebû Bekr-i Selebaf’ın yanından ayrıldıktan sonra
Bağdat, Dımaşk, Halep, Kayseri, Aksaray, Sivas, Erzurum ve Erzincan’a
seyahatler yapmış, bu vesileyle gerçek bir dost bulmaya çalışmıştır. Konya’da
Mevlânâ ile karşılaştığında ise aradığı dostu bulduğunu anlamıştır.
İKİ OKYANUS
KAVUŞUYOR...
Şems-i
Tebrîzî Konya’ya geldiğinde Şekerciler hanına yerleşti. Mevlânâ, ders verdiği
dört önemli medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle
birlikte çıkıp katırı üzerinde giderken ansızın Şems önüne çıkıp katırın gemini
tuttu ve “Ey dünya ve mânâ nakitlerinin sarrafı, Muhammed Hazretleri mi büyüktü
yoksa Bayezid-i Bistâmî mi?” diye sordu. Mevlânâ “Muhammed Mustafa bütün
peygamberlerin ve velilerin başıdır” diye cevap verince, Şems “Peki ama o,
‘Seni tesbih ederim Allah’ım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ diye buyurduğu
halde Bâyezid ‘Benim şanım ne yücedir. Ben sultanların sultanıyım’ diyor” dedi.
Bunun üzerine Mevlânâ “Bayezid’in susuzluğu az olduğu için bir yudum suyla
kandı; idrak bardağı hemen doluverdi Oysa Hz. Muhammed’in susuzluğu arttıkça
artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı (el-İnşirah 94/1). Sürekli
susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu”
dedi. Şems bu cevabı duyunca kendinden geçti. Bir müddet sonra birlikte yaya
olarak medreseye gittiler (Menâkıbü’l-ârifîn [nşr. Tahsin Yazıcı], Ankara 1959,
I, 86-87; II, 618-620